Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Yahudiler’e Verdiği Cevaplar (10)
Hz. Hud peygamber, Allahü Teala’nın emri ile onları dine çağırdı. Şeddad, vekili İveç’i Hud (a.s.)’ın katına götürdü:
-İşte benim halifem! Onu seninle ve senin Rabbinle savaştıracağım! dedi. Hud (a.s.)’da:
-“Ey miskin! Allah’ın gazabından ve azabından korkmaz mısın? Hem de senin Allahü Teala’nın Cennet’ine umudun yok mudur ki böyle hatalı söz söylersin? Dedi. Şeddad:
-Sana ben, bu dünyada bir Uçmak (Cennet) dikeyim ki senin Rabb’inin o ahiretteki Cennetinden üstün olsun! ” Demedim mi? dedi.
Sonra adamlar gönderdi. Yeryüzünde ne kadar ustalar, mimarlar varsa topladı. Her ustaya bin kişiyi hizmet için verdi. Tamamı 100.000 (Yüzbin) işbilir kişiler toplandılar. Onlara:
-Varın, şimdi bir yer bulun ki düz bir yer olsun. Latif, iyi havası olsun. Öyle bir yer olsun ki ondan daha iyi bir yer olmasın! Dedi.
O ustalar nice gün aradılar. Çok güzel, gezintili bir yer buldular ki, onun adına İrem derlerdi. O 100.000 kişi birleşerek o yeri beğendiler. Şeddad, emir verdi o yere temel attılar. Dört yönden on iki mil yeri bağışladılar. Sonra Şeddad her ilde olan valilerine, başbeylerine, işçi başlarına, hem de dünyada ne kadar ulu hakanlar varsa, Dahhak bin Unvan’a Velid bin Reyyan’a, Alem bin Ulvan’a mektuplar gönderdi. Dedi ki:
-“Doğu’dan Batı’ya kadar her kimde altın gümüş, mücevher inci, yakut, zeberced ve öd, misk, zafran gibi kokular ve değerli nesneleri varsa bütün halktan hükümet hesabına alınız!”
Bunun üzerine bu biçimde hareketle dünyanın malını elde ettiler. Büyükte, küçükte, beyde, halkta, hiç kimsede altın, gümüş, mücevher gibi hiçbir şeyi bırakmadılar. Hepsini aldılar. Padişahın sarayına gönderdiler. Öyle oldu ki bir deve, veya bir katır satışa çıkarılsa, değeri bir akçe olsa da alıcı olarak kimse çıkmazdı. Çünkü kimsede bir akçe bile bulunmazdı. Para olmayınca alınacak şey nasıl alınırdı? Yada bir kimse bir ölünün ağzında bir akçe bırakıldığını duysa o ölünün kabiri açılırdı. O ölünün ağzından o bir akçeyi çıkarır, alırlardı. Böylece Şeddad bir yapma Cennet kurdu ki; kerpiçleri gümüşten, kubbeleri kızıl yakuttan, ırmakları sütten, şaraptan, sudan veya baldan, taşları yakuttandı. Kıyılara kum yerine inciler döşenmiş. Toprağı misk ve za’ferandı. Irmaklarının kıyılarına ağaçlar dikilmişti ki yeşil zebercettendi. Yaprakları kızıl altındandı. Çiçekleri ak gümüşten, budakları incidendi. Her budakta bir türlü kuş konmuştu. Cevahirden olan her yuvanın içine de misk ve anber doldurulmuştu. Yeller esip o ağaçlara dokunsa, misk ve anber kokusu yapma Cennetin içine dolardı. Her bir kuştan bir başka ses başka ötüş gelirdi. Güneş doğup da o bahçeyi ışıklandırsa altın, gümüş ve mücevherlerin parıltısından gözler kamaşırdı. Ayrıca yer yer miskten ve anberden tepeler yapılmıştı. Dünya yüzünde ne kadar güzel oğlan çocuk varsa, ne kadar göz görmedik güzel kızlar varsa herbirini türlü türlü giysilerle bezeyip o köşklerde oturtmuşlardı. Böylece, tam 700 yılda bu cennet için çalışıldı. En sonra bu cennet tamamlandı, bitti. Ama Şeddad da onu görmemişti. Vasfını işitmiş ve görmesine az vakit kalmıştı. Hz. Hud peygamberle sözleşmişti ve:
-Cennet’ im tamam olunca sana göstereyim. Bakalım senin dediğin Cennet kadar var mıdır, yok mudur? Bir kez gör! dedi.
Hz. Hud peygamber, ona: “Ey biçare, derdi, Allahü Teala’nın kızmasından korkmazmısın sen? Bu gibi sözlerle gururlanırsın. Büyüklük taslarsın. Gücüne, sultanlığına güvenirsin, sonu ne olacak, sen onu bilirmisin?”
Fakat Şeddad, Hud (a.s.)’ın sözüne kulak asmazdı. Vakta ki bu İrem Bağı tamamlandı. Âd oğlu Şeddad, kendi yakın adamlarından 100.000 kişi ile Cennetini görmeye gitti. Ona varmağa bir menzil yol kalınca bir geyik gördü. Kendi gönlü bundan hoşlandı. Çünkü bu geyiğin kendisi gümüşten, boynuzları altından, gözleri yakuttan, ayakları inciden yapılmıştı. Şeddad, bu geyiği görünce ona doğru at saldı. Bir zaman onu kovaladı. Askerinden çok uzaklaştı. Geyik de ortadan kayboldu. Bir atlının geldiğini gördü. Atlı, Şeddad’a:
-Ey Allah’ın zayıf kulu! ne düşünüyorsun sen? Bu toprak üstünde yürürsün, gidersin de hiç öleceğim, demezsin. Dedi. Padişah bu sözlere kızdı. Ona:
-“Sen kimsin?” diye sordu. O kişi de:
-“Ben ölüm meleğiyim!” dedi. Şeddad da,
-“Ne istiyorsun?” diye sordu. Ölüm meleği de:
-“Senin canını almak istiyorum!” dedi. O da:
-“Bir lahza aman ver bana. Şu yeri ki düzenledim, bir kerecik göreyim! dedi. Ölüm meleği de:
-“Allahü Teala’dan emir yoktur! dedi. Şeddad yalvardı.
-Bari askerime kadar gideyim dedi. Lakin yine:
-Ferman yoktur! dedi.
Ve ölüm meleği hemen onun canını aldı. Şeddad, atından yere yıkıldı. Askerine de gökten kara bir bulut indi. Dünyayı kararttı. Ansızın bir yel çıktı. Bu sert ve soğuk bir rüzgardı. “Sarsar” yeliydi. Kur’an’da da şöyle buyurulmuştur:
“Ad kavmi de önünde durulmaz, dondurucu bir rüzgarla yok edildi.” (Hakka suresi, ayet: 6)
Böylece Şeddad’ın yanında giden 100.000 kişi de o Cennet’i görmeden yok oldular. O Cennet’i görmek hiçbirine nasip olmadı. Hazret-i Rasul bu hikayeyi, bu şekilde anlatınca, o yahudi ileri gelenleri:
-Doğru söylüyorsun ya Muhammed! dediler, çağrıştılar. Biz de bu kıssayı böylece öğrendik! dediler. Kaynak: a.g.e. ; S. 64
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder