30 Nisan 2022 Cumartesi

Hz. Ömer'e gelen haberci, mektubu Halife'ye uzatır. Halife mektubu okur, katlar ve kenara koyar. Sonra dışarı çıkar. İçi daralmıştır. Dışarıda soluklanacaktır. Uzun adımlarla yürümeye başlar.


Arkadaşları, bu haldeki halifeyi yalnız bırakmak istemezler. Arkasına takılırlar. Nihayet Medine'ye yüksekten bakan bir tepe'ye geldiklerinde Hz. Ömer tepenin üzerine çıkar ve uzun uzun Şam ufuklarına bakar. Derin bir ‘ahh’ çeker. Belli ki mektupta yazılanlar, onu haylice sarsmıştır. Daraltmıştır.
Arkadaşları sorar: "Şam valisinden gelen mektup sizi neden bu kadar sarstı. Mektupta ne vardı?."
Hz. Ömer sessizliğini bozmaz. Cevap vermez. O, dünyadan ahirete doğru uzun yolculuğa çıkan bir dostun, ruh izlerini takip ediyormuşçasına göğe gözlerini diker.
Gözlerinden çıkan iki damla yaş yanaklarına süzülür. Ve zarif bir şekilde Halife'nin sakalından Medine'nin sıcacık kumuna damlar. Tepeden iner. Medine'ye doğru yürümektedir.
Yanına sokulan ve bu garip halini bir türlü çözemeyen dostlarına şöyle der:
"Demin gelen mektup, Şam'ın genel valisi Hz. Ebu Ubeyde'nin ölüm haberini veriyordu. Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem ); bu Ümmetin en güvenilir insanı olarak ilan ettiği, cennetle müjdelenmiş olan on kişiden birisi olan Ebu Ubeyde'nin Allah'a vuslat haberi. Ebu Ubeyde'yi kaybettik."
Bu cümleleri, bütün benliğini çepeçevre kuşatmış olan büyük bir hüzün içinde mırıldanan Halife Hz. Ömer; bir an duraksar, yanındakilere döner ve şöyle der:
"Haydi! Her biriniz bana bu din için neler yapmak istediğinizi belirtin. Neyi arzulardınız. Neyiniz olsun isterdiniz. Bu din için nasıl hizmet etmek isterdiniz?"
Birisi der ki: Keşke güçlü pazularım olsaydı da bu din için mücadele etseydim. Savaşlara katılsaydım.
Diğeri der ki: Keşke param olsaydı da şunları şunları yapsaydım.
Bir diğeri der ki: Keşke binlerce adamım olsaydı da şu şu işleri yapsaydım.
Başkası der ki: Keşke Allah için şu kadar yiyecek, içecek dağıtsaydım.
Diğeri der ki: Keşke, her yıl hacca ve umreye gitseydim.
Keşkeler, temenniler, ahh sesleri uzar gider. Herkes, kıymetine, gücüne, kapasitesine göre konuşur.
Hz. Ömer hepsini dikkatle dinler. Sonra cübbesinin ucunu toplar. Ve yürümeye devam eder.Belli ki arzuladığı cevabı bulamamıştır.
Belli ki cevaplar nirengi noktasından uzak düşmüştür.Belli ki, içindeki yangın sönmemiştir ve rahatlayamamıştır.
Hızlı hızlı yürürken dudaklarından şu cümleler dökülür:
"Keşke bu saydıklarınızdan hiçbirisine sahip olmasaydım.
Keşke ben bir oda dolusu Ebu Ubeyde gibi adama sahip olsaydım.
Sonra onlarla bütün dünyayı idare etseydim. Keşke. Bir oda dolusu Ebu Ubeydem olsaydı başka hiçbir şeyi istemezdim.
Oda dolusu adam!!!
Oda dolusu altın, oda dolusu asker, oda dolusu silah değil, oda dolusu adam!..
Ama nasıl adam?...
Emin olan, güvenilir olan, sağlam
ve dik duran, sırtına yüklendiği emaneti yerine getiren, adam gibi adam...
Zira Ebu Ubeyde (r.a), Hz. Peygamber tarafından Şam tarafına görevlendirildiğinde;
"Size en güvenilir adamı gönderiyorum." buyruğu ile gider.
Ama öyle bir gider ki, Şam bölgesini, ahlakı, fazileti, edebi, vefası, diğergamlığı, kişiliği ve mütevazı hayatıyla alt üst eder.
Yemez yedirir, uyumaz uyutur.
Aç kalır, doyurur. Susuz kalır, su verir.
Hastalıktan inler, hastaların iniltisini dindirir.
Tam bir baba olur, merhamet olur, rahmet olur, yağmur gibi yağar.
Nihayet, bulaşıcı bir hastalığa yakalanan halkın içinden çıkmaz ve sonuçta o da hastalanır.
Mütevazı çadırında, halkın kucağında son nefesini verir. Onlarca yıllık valilikten geriye sadece bir at ve bir kılıç bırakmıştır.
İşte Hz.Ömer'e:
"Bir oda dolusu Ebu Ubeyde"
dedirten bu sahabi, böyle bir sahabiydi.
İşte bugünlerde de asıl sorun sanki imkanların olmaması değil
o adamların olmaması..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

*EVLADA KUR’AN-I KERİM OKUTMANIN SEVABI* Bir gün biri Rasulallah’a sordu: -Ya Rasulallah! Bir kimse çocuğuna Kur’an-ı Kerim öğretse ya da öğrettirse, onun sevabı nedir? Rasulallah (s.a.v):

 *EVLADA KUR’AN-I KERİM OKUTMANIN SEVABI*  Bir gün biri Rasulallah’a sordu: -Ya Rasulallah! Bir kimse çocuğuna Kur’an-ı Kerim öğretse ya da ...